27 Nisan 2009 Pazartesi

Murat Belge'ye Selamlar...


Agora’nın dağılması


Yanılmıyorsam, daha doksanlardaydı, “Agora Dağılıyor” başlıklı bir yazı yazmıştım. Agora, malum, eski yunan kentinin çarşı pazar meydanı. Bu kentlerin “özgür ve eşit” yurttaşları, bu meydanlarda bir yandan alışveriş eder, bir yandan da hepsini ilgilendiren konuları konuşur, tartışırdı. Yani mal alışverişinin yanısıra bilgi ve düşünce alışverişi de olurdu. Bunlar sonuçta kent meclisinin verdiği kararlara dönüşürdü, ama karara varıncaya kadar, böyle bir paylaşma ve akıl yürütme süreci yaşanırdı.

O yazıyı yazdığım dönemde, Türkiye’de hâlâ bir “agora” vardı. Ama dağılma süreci, bizi bugünlere getiren süreç de başlıyordu. Ahmet Mehmet’i görmez, Ali Veli’yle konuşmaz, Hasan Hüseyin’i dinlemez olma yoluna girmiştik.

Burası bir “camialar” ya da “cemaatler” topluluğu. Osmanlı İmparatorluğu’nun bu “kompartmanlı” yapısını bugün de aşmış değiliz. Bu düzen Osmanlı’da hoşgörünün ayakta kalmasına ve insanların bir arada yaşama kültürüne alışmasına imkân verdi. Ama çok da gözümüzde büyütmeyelim ve hayalimizde olmayan bir cenneti yaratmayalım. Avantajlarının yanısıra ciddi sakıncaları vardı, çünkü bütünü kucaklayan değerler yaratamıyordu. “ Bütün”ü kollamak, büyük ölçüde “devlet”e bırakılmış bir işti. Devlet dara düşünce, örneğin Karlofça ve Pasarofça sonrasında her şey ters gitmeye başlayınca, bu “cemaatler-arası” barış ve huzur da sona erdi. Asıl “agora”nın dağılması o zaman başladı ve dağılıncaya kadar da kimse süreci durduramadı.

Cumhuriyet’i kalanlarla kurduk ve modern çağa uygun yeni bir yurttaşlık anlayışıyla yeniden yola çıkmaya karar verdik. Karar verdik de çıkabildik mi? Çıkmak bir yana, bunun için gerçekten ne yapmak gerektiğini çalışıp öğrendik, yaptıklarımızın bunu başarmayı mümkün kılacak yerde imkânsızlaştırdığını anladık, yapılanla yapılması gerekeni karşılaştırarak analiz edebildik mi? Hayır. Bunların hiçbiri olmadı. Kaba saba, böyle olduğu için de, tökezlediği anda yıldırma ve şiddet başvuran bir “asimilasyonizm” dışında bir yöntemimiz olmadı. Gayrımüslimleri burada tutmak diye bir niyetimiz zaten yoktu. Duramadılar, gittiler. Ama kalanlara da, yani Kürtler’e öteki etnik topluluklara, Aleviler’e daha sonra, çeşitli ideolojik yaklaşım farkları oluştukça, onları benimseyen insanlara, hepsinin üzerinde birlikte durabileceği bir ortak zemin kurulamadı, sunulamadı.

Ortak zemin, adı üstünde, “ortak”tır, öyle olmalıdır, ancak öyle olursa bir anlamı olur. Biri Kürt, biri Türk; biri Sünni, biri Alevi. Yani, farklılıkları var. O “ortak” zeminin dayanaklarını bunlardan birinin özelliklerine indirger, ötekilere de, “Sizi siz yapan özelliklerinizden vazgeçin, onları terk edin, ve ‘ortak’ zemine gelin, katılın” derseniz, bununla bir yere varamazsınız. Bu “ortak” olmak falan değildir zaten.

İnsanların doğuştan özelliklerini silemeyeceğimize ve kendileri için seçtikleri (düşünsel vb.) kimlikle de oynayamayacağımıza göre, bu “ortak zemin”in özellikleri, insanlarda değil, “zemin”de olan özelliklerdir. Örneğin “zemin” kendisi “Türk” veya “Müslüman” vb. olmaz. Zemin “demokratik” olur, “laik” olur, hoşgörü ve insan haklarına dayalı olur vb. Ama bu saydıklarımın uydurmalarına değil, sahicilerine sahip olur. O zaman, bu “ortak zemin”in özellikleri üzerinde barındırdığı insanlara da geçmeye başlar. Türkler Türk olmayı, Müslümanlar laikliğe saygı duymayı ve –en önemlisi- güvenmeyi öğrenir.

Başka bir söyleşiyle, dünyanın ekonomik mucizesi olmayan (hiç değilse şimdilik) bu ülkede, insanlara servet dağıtarak burada tutmak mümkün değil, ama demokrasiyi yaşatarak, dolayısıyla onun türevleri olan insan haklarını, insan onurunu ayakta tutarak, toplumu oluşturan bireylere “Burası yaşanacak bir yer. Burada yaşamayı ben seviyorum” dedirtmek mümkündür.

Bunlar yapılmadığı, “ulusal birlik” konusunda en coşkulu güçler kendi anlayışlarını kimselere kabul ettiremediği (ama zorlamaktan da vazgeçmediği) için, agora dağıldı. Bugün parti başkanları 23 Nisan’da karşı karşıya geliyor ve selâmlaşmıyor. “Niye böyle oluyor” sorusu sorulduğunda, hepsi parmağıyla birbirini gösterecektir.

Ama birleştirici olmayan o zemini yaratanlar onlar değil o zemin yıllardır yaratılıyor, en azından 27 Mayıs idamlarından beri.

Murat Belge
http://www.taraf.com.tr/makale/5221.htm

Hiç yorum yok: